Şehzade Ahmedi'yi kim öldürdü ?

Baris

New member
Tarihin Gölgeleri: Şehzade Ahmedi’yi Kim Öldürdü?

Merhaba forumdaşlar,

Bugün sizlerle üzerinde çok düşündüğüm bir konuyu konuşmak istiyorum. “Şehzade Ahmedi’yi kim öldürdü?” sorusu, kulağa yalnızca bir tarih bilmecesi gibi gelebilir ama aslında bu soru, insanın güce, ihanete ve kaderine bakışını da anlatıyor. Ben tarihsel olaylara sadece birer bilgi yığını olarak değil, insan ruhunun aynası olarak bakmayı severim. O yüzden gelin bu meseleyi sadece “kim yaptı” üzerinden değil, “neden ve nasıl böyle bir şey mümkün oldu” üzerinden konuşalım.

I. Bölüm: Osmanlı’nın Sisli Sabahı – Yerel Hikâyenin Başlangıcı

Şehzade Ahmed, II. Bayezid’in oğullarından biriydi. Yani Yavuz Sultan Selim’in kardeşi… Taht kavgalarının, saray entrikalarının, sadakatle ihanetin birbirine karıştığı o karmaşık dönemde yaşamıştı. Osmanlı’nın klasik “şehzade geleneği” gereği, her prens bir sancakta yetişir, sonra da kader onları birbirine düşman ederdi.

Ahmed, daha duygusal, adalet arayışında bir insandı derler. Halkla yakın ilişkiler kurmuş, çevresindekilere merhametiyle tanınmıştı. Ama siyaset duygulara değil, dengeye inanır. O yüzden, kardeşi Selim’in stratejik zekâsı karşısında Ahmed’in kalbi, maalesef bir zayıflık olarak görülmüştü.

Bazı kaynaklara göre Ahmed’in öldürülmesi, sadece bir kardeşin diğerini tahttan uzaklaştırması değil, aynı zamanda farklı yönetim anlayışlarının çatışmasıydı: biri merkeziyetçi, otoriter bir düzeni savunurken diğeri halkla daha organik bir bağ kurmak istiyordu.

II. Bölüm: Küresel Perspektif – Bir Şehzade, Bir Dünya Meselesi

Şehzade Ahmed’in ölümü yalnızca Osmanlı’nın değil, dönemin küresel siyasetinin de bir yansımasıydı. 16. yüzyılın başlarında Avrupa’da prenslerin taht kavgaları, Çin’de hanedan değişimleri, Japonya’da feodal savaşlar sürüyordu. Dünya genelinde bir “iktidarın sertleşme dönemi” yaşanıyordu.

Batı tarihçileri bu olayı genellikle “Osmanlı’nın otoriterleşmesinin bedeli” olarak yorumlar. Doğu toplumlarında ise bu, “devletin bekası için feda” anlayışıyla meşrulaştırılır.

Yani, biri “acımasızlık” der, diğeri “zorunluluk.”

Bu fark, aslında kültürlerin güce bakışını gösterir. Batı bireyi merkeze alır, Doğu ise toplumu. Bir Batılı tarihçi için Ahmed trajik bir bireydir; bir Doğulu tarihçi içinse o, devletin devamı uğruna kurban edilen bir halk kahramanıdır.

III. Bölüm: Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Hikâyesi

Bu konuyu tartışırken fark ettim ki erkek tarihçiler olayı hep “kim kazandı, kim kaybetti” üzerinden anlatıyor. Yani sonuç, güç, strateji, başarı… Ama kadın tarihçiler veya sosyologlar meseleyi daha farklı okuyor: “Bu olay toplumu nasıl etkiledi? Anneler oğullarını nasıl yitirdi? Halk o günden sonra lidere nasıl güvenmeyi öğrendi?”

Bir erkek bakış açısı, olayı bir satranç hamlesi gibi görür. Yavuz Sultan Selim kazanmıştır, devlet kurtulmuştur.

Bir kadın bakış açısı ise o hamlede kırılan kalpleri, sessizce ağlayan anaları, şehirlerin üstüne çöken kederi görür.

Şehzade Ahmed’in hikâyesi bu açıdan, iki farklı bakışın kesiştiği bir noktadır. Erkekler için bir strateji; kadınlar için bir ağıt.

Belki de bu yüzden, tarih hep kazananların sesiyle yazılmıştır ama hissedilen hep kaybedenlerin hikâyesidir.

IV. Bölüm: Evrensel Dinamikler – Gücün Değişmeyen Bedeli

Dünya tarihinde kardeşin kardeşi öldürdüğü ilk olay Osmanlı’ya özgü değildir. Antik Roma’da da, Çin’in Ming Hanedanı’nda da, İngiltere’nin Tudor soyunda da aynı hikâyeyi görürüz.

Güç, bir kez “tek merkez” haline geldiğinde, paylaşımı imkânsız olur.

Bu açıdan bakarsak, Şehzade Ahmed’in ölümü yalnızca bir taht kavgası değil, insanlığın tekrar eden trajedisidir.

İnsanoğlu binlerce yıl geçtiği halde hâlâ gücü paylaşmayı öğrenemedi.

Bugün bile siyasette, iş hayatında, hatta aile içinde bile bu rekabet biçim değiştirerek sürüyor.

Ama kültürel fark burada da devreye giriyor:

Batı’da “bireysel başarı” kutsanırken, Doğu’da “toplumsal denge” ön plana çıkar.

Yani bir Amerikalı “Ahmed niye kaçmadı?” diye sorar; bir Türk “Kaçsaydı devlet ne olurdu?” diye düşünür.

V. Bölüm: Yerel Hafızanın İzleri – Anadolu’nun Sessiz Anlatımı

Bugün bile Anadolu’nun bazı köylerinde yaşlılar Şehzade Ahmed’den bahsederken “güzel kalpli şehzade” derler.

Bu, halkın hafızasında onun hâlâ bir mağdur, bir masum olarak kaldığını gösterir.

Belki tarih kitaplarında kazanan Selim’dir, ama halkın dilinde Ahmed’in adı dua ile anılır.

Bu fark, yerel kültürlerin olayları nasıl içselleştirdiğini gösterir.

Bizim kültürümüzde mağduriyet, bir yücelik biçimidir.

Birinin adalet arayışıyla ölmesi, bir tür kahramanlıktır.

Oysa aynı olay Batı literatüründe “güçsüzlük” olarak yorumlanır.

İşte burada yerel ve küresel algı birbirine ters düşer:

Biri başarıya tapar, diğeri vicdana.

VI. Bölüm: Forumdaşlara Açık Davet – Peki Sizce Kim Öldürdü?

Şehzade Ahmedi’yi kim öldürdü?

Resmî tarih “Yavuz Sultan Selim” der, ama aslında onu öldüren belki de çağın ruhuydu.

Belki sistemdi, belki gelenekti, belki de hepimizin içinde yaşayan o güç arzusu.

Ben bazen düşünüyorum, belki de Ahmed’i öldüren kişi bir insan değil, bir fikir.

Gücün merhameti yok saydığı, aklın kalbe üstün geldiği bir dünya düzeni.

Peki siz ne düşünüyorsunuz forumdaşlar?

Sizce gerçekten bir kişi mi öldürdü Şehzade Ahmed’i, yoksa hepimiz biraz o cinayetin parçası mıyız?

Kimi zaman adalet susarken, kimi zaman sessiz kalmak da bir hançer değil midir?

VII. Bölüm: Son Söz – Tarihi Değil, İnsanlığı Anlamak

Tarihi olayları anlamanın en zor yanı, doğruyu bulmak değil; herkesin kendi doğrusunu anlamaktır.

Şehzade Ahmed’in hikâyesi sadece Osmanlı tarihine ait bir satır değil; insanoğlunun vicdan defterine yazılmış bir derstir.

Küresel ölçekte bu, iktidarın evrensel yüzünü gösterir.

Yerel ölçekte ise, halkın kalbindeki adalet duygusunu.

Erkekler stratejiyi konuşur, kadınlar hikâyeyi yaşar.

Ama sonunda hepimiz aynı soruyu sorarız:

“Güç için ne kadar insanlık feda edilebilir?”

Ve belki de bu yüzden, her dönemin bir Şehzade Ahmedi vardır.

Biri taht için düşer, biri kariyer için, biri sessizlik içinde unutulur.

Ama hepsi, insanoğlunun adalet arayışının yankısıdır.

Belki siz de kendi yaşantınızda böyle bir “sessiz kaybedeni” hatırlarsınız.

Yorumlarınızda yazın forumdaşlar; belki birlikte, tarihin değil insanlığın cevabını buluruz.